Yer Duygusu, şarabın kendine özgü karakterini veren toprak, mikroiklim ve arazinin yapısı, eğim, rakım ve her türlü coğrafi özellik gibi faktörlerin birleşimi olan “terroir” kelimesine odaklanıyor. Sergi, bağa ruh katan tüm elementleri dinleyen, hisseden ve anlamaya çalışan bir yapı sunuyor. Önceden bir ayçiçeği tarlası olan ve bağların kuruluşu sırasında ortaya çıkan yüz yıllık kökler, bu arazinin üzüme evvelden beri yuva olduğunun bir kanıtı. Küllerinden doğarak yeniden üzümlere mesken olan arazi, şimdi yaratıcı yorumlara kucak açarak sahip olduğu hazinesini zenginleştirmeye niyetleniyor.
Barbare bağları, bizi coğrafyanın saklı hikâyeleri ve zaman içinde unutulan değerlerini gün yüzüne çıkarmaya çağırdı. Burada önce dağlar, deniz, gün batımı ve yıl içinde renkten renge bürünen bereketli tarlalar, sonra daha dikkatli ve uzun zaman geçirince ise insanın baskın varlığı göze çarpıyor. Burası yaşayan bir yer. Rüzgârın esme yönü, ufuk çizgileri, kendiliğinden oluşan yükseltiler, insan baskısıyla yerinden edilen canlılar… Bu topraklarda varolmuş yaşamları hatırlamaya çalışarak, kazdığımızda toprağın altından belirenler ve üzerine kurulan yeni dünyaların varlığını anlamlandırmayı arzuladık.

Manzaranın sunduğu perspektife ve renklere bir yorum getirirken arazinin sınırlarını yeniden çizen, üzüm tanelerine hayat veren toprağın fiziki bileşenlerinin yanında barındığı kültür, mitler, geçmiş ve bugünle hemhâl olan bir anlayışla karşılaşacaksınız. Bağların ve çevresinin biyoçeşitliliği dokulara, çizgi ve formlara evrilirken, zirai faaliyetlerin araziye etkileri ve mülkiyet kavramının tartışmalı yönlerine dair sorular soruyoruz.
Görünmezi görünür kılmayı, doğada iz sürmeyi, arazinin işleyişi doğal koşulları arasında dengeleyici bir kuvvet yaratmayı ve beslemeyi amaç edindik. Yeri duymaya başladığımızı hissetsek de bu sadece bir ilk adım sayılır. Sizinle de bu serüveni paylaşmak için sizi bağların arasında yürümeye ve sorduğumuz soruları birlikte yanıtlamaya çağırıyoruz.

Lalin Mercan, Trak’ların adak olarak sıklıkla kurban ettikleri, kazılarda da karşılaşılan, köpeklerin mitolojisinden ilham alır ve bu hikaye yakın zamanda gördüğü bir rüya ile pekişir. İnsanın düzenine en erken dahil olan canlı, köpektir. İnsan ve köpeğin birbirlerine yakın olmaları köpeğin adak olarak seçilmesine engel olmamış, insan kendine en benzeyeni kurban etmeye mukadder bulmuştur. Öte yandan kurban edilmek onları tanrısallaştırır. Mercan birbirinin içinde eriyen tanrısallık ve yabani hayvansallığı düşsel ve fragmantal bir anlatıyla ele alır. Yerleştirmede kurgulanan çatı, insanın kurduğu medeniyetin çöküşünü imlerken üstüne çıkan tanrı köpek yeni bir medeniyetin hâkimi olarak belirir. Bu sahne köpeklerin kurdukları medeniyetin kalıntılarını ve onların mitlerini aktarır. İnsanlığın kendi sahasından dışladığı fakat yine de göklerdeki yıldızları tahakküm kurmak adına isimlendirdiği Küçük Köpek ve Büyük Köpek takım yıldızları, tanrı köpek tarafından sahiplenilir. Böylece hak ettiği değer ismin sahipleri tarafından yıldızlara teslim edilir. Yerleştirmenin üzerinde duran sikkeler köpeklere doğal güç veren bilinç kasesinden alınan yudumun sembolünü üstünde taşır. Köpeğin etrafındaki sarmaşık bir medeniyetin çöküşü ile diğerinin başlangıcının habercisidir.
Havva hayvanların arasında dolaşıp
onlara ad verirken-
bülbül, kızıl şahin,
kemancı yengeç, ala geyik
acaba onlardan da
bir cevap beklemiş midir,
iri, muhteşem gözlerinin içine bakarak
fısıltıyla demiş midir, ya benim,
ya benim adım ne olsun?1
1Ada Limón, Bir İsim



Dilan Bozer, Ana Göbeği, 2024, Toprak, kamış, salkım söğüt, 220x 220 x 250 cm
Ana Göbeği ile sanatçı kişisel hikayesini kolektif bir mitoloji üzerinden anlamaya çalışıyor. Sanatçı coğrafyanın önemli kültür varlıklarından biri olan tümülüslerden yola çıkarak taş, toprak ve kilden oluşan bir yapı kuruyor. Form olarak uzaktan ufak bir tepe gibi görünen bu yapı, toprağın göbeğidir. Anıt mezarlar olan tümülüslerin içine kişinin bedeni dışında yaşamını tanımlayan nesneler yerleştirilir. Burası, bedenin yolculuğunun sonu kadar, bir diğer yaşam formunun da başlangıcını simgeleyen bir inanışı da temsil eder. Bize her bireyin yolculuğunun anne karnında başladığını ve dünyanın büyük rahmine geri döndüğünü anlatır. Coğrafyanın kayıdını tutan yabani kil, burada daha önce var olan denizlerin, kayaların jeolojik olarak özünü ve hikayesini içinde barındırır. Burada yaşamış medeniyetlerin hafızasını tutan, yaşayan ölen ve katman katman biriken malzemeyi eliyle işlemek sanatçı için; buranın geçmişiyle iletişim kurmanın ve yeri duymanın bir yolu. Yapının içine izleyiciyi de davet ederken manzarayı gözlerden ödünç alır ve görsel olarak mekânı izlemek yerine sezgiler, ses, koku veya dokunma gibi duyularla algılamayı önerir. Böylece, toprağın rahminde doğru bir yol açar.

Cengiz Tekin Barbare Bağları için tasarladığı tahterevalli ile doğadaki dengeyi doğal olmayan bir durumla okumaya çalışır. Nesne yere saplandığı ve aşağı yukarı hareket edemediği için amacından kopan, dengesiz ve koordinasyonsuz bir yapı sunar. Artık bir tahterevalliden çok bir heykeli andırır. Tahterevallinin renkleri çocuk parklarındaki oyunculuğa yaklaşırken, aynı zamanda Barbare Bağları’ndaki üzümlerin çeşitlerini ayrıştıran mekâna özgü haritanın renklerine atıfta bulunur. Bu heykel üzerinden sanatçı, doğal dengenin yitirilişini insan yapımı bir denge aracına işlevsizlik atfederek ifade eder.

Nicholson, Barbare Bağları’nda ilk kez pratiğine heykeli dahil eder. Resimlerindeki kalınlık ve derinlik üç boyuta yaklaşmış iken, manzaradaki yapılar sanatçının zihninde birleşir ve bir yerleştirme halini alır. Tanıdık fakat tanımsız nesnelerle bir dünya yaratır. Bir makine parçası, boyutlar arası istilacı bir bitki türü veya bir tapınak arasında gidip gelen parçaların işlevleri muğlaktır. Kullandığı yerel malzemelerin (makine parçaları, inşaat demirleri) ihtiva ettiği işlev, kapasite ve sınırlar sanatçıya nasıl bir eser üreteceği ile ilgili yol gösterir. Üretim süreci sırasında Barbare manzarasıyla kurduğu kaçınılmaz iletişim, rüzgarla hareket eden yabani otlar, büyük tohumlu bitkileri eserine farkında olmadan dahil olur. Yapıtın üzerindeki şekiller, ipler ve desenler heykeli daha
ilişkilenebilir ve ulaşılabilir kılar öte yandan; bu ayrıntılar bilmediğimiz bir ritüelin parçaları gibidirler. Sanatçının amacı, aşırı dogmatik olmak yerine, herkesin ilişki kurabileceği, hatırlayabileceği veya aşina hissedeceği ortak zemin yaratmak, içinde yaşadığımız dünya ve ortaya koyduğumuz yapılarla etkileşime girmeye ve bunları sorgulamaya teşvik etmektir.



Serra Bilgincan, Reptilia Cultivatus, 2024, İşlev(siz)li Heykel, yelek, kask ve montaj talimati; Paslanmaz çelik, çelik halat, polyester sapan bez çeki halatı, alçı, plastik, plastik boru, dijital baskı, 160 x 280 cm
Toprağın hava alması ideal üzüm yetiştirmek için gerekli, verimliliğe etken bir unsurdur, aynı zamanda şarabın tadına etki eden bir elementtir. Bağlar arasında yürümek toprağı sıkıştırır ve hava almasını engeller. Bağ çalışanlarından aldığı bu bilgiye dayanarak sanatçı, dengeleyici bir kuvvet yaratmak ve zararı verime çevirmek maksadıyla yürüdükçe arkasından toprağı çapalayan bir nesne tasarlar. Bedenin bir eklentisi olarak çalışan bu tasarımla bir sayborg* yaratır. Tarım devrimi, makineleşme ve standardize edilen kitle üretim biçimlerinin günümüzde geldiği noktayı ekolojik ve bilişsel bir yapı ile sentezleyerek, yaratıcılığın kas gücünden beyin gücüne geçişine alternatif bir önermede bulunur. Bağda kullanılan kültivatörlerden ilham alan sanatçı, tasarladığı nesneyi sırtına bağlayarak dolaşmayı aktif bir eylem olarak görür. Sanatçının kullanmadığı zamanlarda ise bu tasarım; IKEA kullanım kılavuzuna benzeyen bir açıklama eşliğinde günümüz nesnesi haline gelir.

Mekana özgü ses yerleştirmesi; metin ve ses tasarımı: üzerine zımba ile oluşturulmuş desenler, 50 x 95 cm her biri,
Dilşad Aladağ, bir ses yerleştirmesi eşliğinde bağların arasına izleyici davet eder. Bu coğrafyaya özgü hayvan ve bitki türlerinin seslerinin yanı sıra sanatçının okuduğu bir metin dahil olur. Çalışma, Aladağ’ın 1858 Arazi kanunu ile karşılaşmasına dayanır. Kanun; yabani bir ağacın aşılanması, dikilmesi, çevresinin temizlenmesi ve o ağaca bakıp ondan gelir elde edilebilecek hale getirilmesi durumunda o ağaçtan hak iddia edilebileceğini söyler. Bu da ‘’bakarsan bağ bakmazsan dağ’’ olur atasözünün hatırlattığı haliyle dağların bağlara evrilmesine sebep olur. Aşılı ağacın meyvesi toprakla buluştuğunda yabani bir tür olarak büyür. Bu durum, bir anlamda endüstriyel tarım, antroposen çağınadair bir umut verir. İnsan ağacın kimyasını ne kadar dönüştürse de ağaç yabani halini bir şekilde hatırlar. Kanun aynı zamanda sanatçı için ölçeklenebilirlik meselesi ile ilişkilenir. Ses kayıdını dinleyip bağların arasında yürürken karşılaşılan kumaşların üzerinde farklı desenlerde boşluklar görünür. Bu hayali mühürler, arazi kanununda geçen 3 metre çapındaki alanın 1:1000 ölçekli bir modedir. Delikler bir nevi aşılı ağaç fidanları ve etrafındaki mülke dönüşen arazileri ifade eder. Sanatçı yoğunluk, ardıllık, tekillik, tek düzelik, rastgelelik gibi kavramları bu deliklerle temsil eder.

- Sanatçılar: Dilşad Aladağ, Valentina Bacci, Serra Bilgincan, Dilan Bozer, Didem Erk, Berkay Kahvecioğlu, Milo Kester, Lalin Mercan, Rhian Harris Mussi, Sam Nicholson, Büşra Özdemir, Furkan Öztekin, Arthur Rabut, Eda Şarman, Cengiz Tekin, Murat Yıldız.
- Sergi kredisi: Sanatçıların ve Barbare Studio’nun izniyle, Yer Duygusu, Barbare Bağları, Tekirdağ, 2024
- Sergi görselleri: Fatih Yılmaz
- Daha fazla bilgi için; barbarestudio.com
- Basında çıkanlar; https://artdogistanbul.com/bagbozumu-cografyasindan-koklere-uzanmak/
- https://www.themagger.com/melis-golar-ile-roportaj/
- https://www.hurriyet.com.tr/aile/yazarlar/vesime-itir-demir/barbare-studionun-ilk-sergisi-yer-duygusu-ve-koklerdeki-hikayeler-42543729